16 Kasım 2013 Cumartesi

Reykjavik (5 Gün)


  
   Reykjavik, gezi stajım için inceleyeceğim ilk şehir. İzlanda'nın başkenti ve yeryüzünde kutup bölgesine en yakın başkenttir. Nüfusu ise  117.721dir.
 
   Yollarda giderken dikkatimi çeken ilk ve tek şey buranın topoğrafyası oldu. gittiğimiz yol boyunca her yer volkanik taştı ve hiçbir bitki örtüsü yoktu. Sanki uzayda bir gezegene gitmiş gibi hissettim.

        Blue Lagoon adlı jeotermal bir spaya uğradık . Buraya gelen suyu yol boyunca gördük. Tam bir doğa mucizesi. Elektrik santrali yapımında ortaya çıkan mucizevi bir su çevresine yapılan bir merkez. Bu bina doğal su kaynaklarına göre oluşturulmuş.Binanın duvarları öceden oluşturulmuş yani prefabrik. Aydınlatması ise derinlemesine düşünülerek suyun önemini ve özelliğini ortaya çıkaracak bir şekilde.




Tamamen doğanın yarattığı bir arazi de Blue Lagoon beni hiç de rahatsız etmedi. Bulunduğu araziye çok iyi adapte olduğunu düşünüyorum.

 

        Otelimiz Reykjavik'in çok merkezi bir yerindeydi. Zaten Reykjavik o kadar küçük bir yer ki yürüyerek şehrin merkezinde gezmek çok kolay ve çok keyifli.   Her bina birbiriyle uyum içinde. Küçük, dik çatılı hemen hemen aynı yükseklikteki binalardan oluşan bir şehir. Geleneksel çok yüksek olmayan binalara karşılık otelimiz oldukça yüksek bir binaydı. Yine de sokaklardaki sadeliği bozmayacak şekilde yapılmış olduğunu düşünüyorum. Gittiğimiz lokantalardan hediyelik eşyacılara kadar bütün merkezde evlerin ortak bir dili var. Binalar sokaklarda düz bir aks üzerinde sıralanmış.

     Binalarda dikkatimi çeken bir başka nokta da pencerelerin çokluğu oldu. Bu durumun İzlanda'nın ikliminden kaynaklandığını düşünüyorum. Hava genellikle karanlık ve yağışlı olduğundan olabildiğince ışık almak için camın saydamlığını kullanmış olabilirler. Ayrıca oranın insanlarıyla konuştuğumda iklim şartlarından dolayı insanlarında melankolik bir hal olduğunu öğrendim. Pencere kullanmalarının bir başka nedeni ise bu melankoliği kırmak olabilir diye düşünüyorum. Böylece insanlar dışarıyla daha fazla iletişimde olabilecekler. Sokaklardaki bu düzen gezerken daha da keyif veriyor. Evlerin sempatikliği bana sokaklarda sürekli gezme isteği verdi.

    
   


Otel odama çıktığımda ilk yaptığım şey pencereden etrafa bakmak oldu. Odamdan bile evler arasındaki uyumu görebiliyordum. Evlerin çatılarının hep bir örnek oluşu etkileyici bir görüntü oluşturmuş. Çatıların eğimlerinin fazla oluşunu İzlanda'daki iklime bağladım. Kar ve yağmuru uzaklaştırmak için olduğunu düşünmek pek de zor değil.

Reykjavik'e gitmeden önce görmek için sabırsızlandığım binayla sonunda karşılaştım. Harpa konser salonu ve konferans merkezi neredeyse her yerden görülebiliyordu.Bence  Reykjavik'in sadeliği içinde inanilmaz bir şekilde patlayan bir bina. Aslında Harpa limanı geliştirmek için yapılmış bir proje. İçeri girmeden önce bütün cephelerini dolaştım ve dondurucu havaya rağmen  uzun bir süre sadece binaya baktım. Bina insanı etrafında dolandırtıyor. Reykjavik'in melankolik havasına karşılık olağanüstü bir heyecan uyandırdığını düşünüyorum.

    Görsel etki açısından muhteşem olmasının yanında teknik açıdan çok çarpıcı bir bina. Bu bina Reykjavik'teki diğer yapılardan çok daha farklı olsa da detaylarında bu şehrin özellikleri gizli. Binanın tamamının oluştuğu altıgen cam formlar ,İzlanda'da yaygın biçimde bulunan kristalize bazalt sütunlarından esinlenilmiş.  Binanın her yerinden görülen yansımalar ise şehrin kalydoskopik yansımalarını oluşturuyormuş. Bu yansımalar her hareket ettiğimde , gündüz gece farklılıklarında sürekli değişiyor. Okyanusun,şehrin ve gökyüzünün yansımalarıyla bu değişiklikler daha da faklılaşıyor.  Camın doğal yansımalarına ek olarak da ana yerlere daha farklı yansımalar veren renkli paneller koymuşlar. Sürekli değişen bu renkli yansımalar şehrin diğer kısmının koyu renk ve gölgeli olmasınla ters bir durumda. Binayla şehir arasındaki bu zıtlıklar bence Harpa'yı Reykjavik için çok çarpıcı bir ikon haline getiriyor. Binanın etrafınfa bu nedenle başka hiçbir yapı yok.

 

 Harpa'nın kapısından girdiğiniz an etkilenmemek mümkün değil. Dışı ne kadar etkileyici ise içi de bir o kadar hatta daha bile fazla etkileyici. İçinin de tamamen cam olması beni etkileyen ilk özelliklerinden oldu. Ayrıca tavnların aynadan yapılmış olması mekana daha da fazla bir derinlik kazandırmış. içeride gezinirken kendinizi ve bütün mekanı tavandaki aynalardan takip edebiliyorsunuz. Ayna yapmalarının altındaki ideolojiyi tasarımcısı Elliasson şöyle anlatmış: ' Eğer hareket ettiğimde görüntüm değişiyorsa bina ve alan ona saygı duyuyormuş gibi hissediyorum.' Böylece insanların arasında bir bağ kurulmuş oluyor.



 Üst katlara çıkan geniş ve uzun merdivenler binanın iç tasarımının başka bir baskın özelliğiydi. Özellikle oturma yerlerinin merdivenle olan ilişkisi göz alıcıydı. Basamakları çıktıkça oturma yerlerinin genişlemeye başlaması bence sürekliliğin çok güzel bir örneği.

 
İçeride bazı tasarımlar sergileniyordu. Ayrıca binada çok güzel tasarımların eşyalarının satıldığı iki tane dükkan var.












Harpa Konser binasına doğru yürürken başbakanın evinin önünde geçtik. Çok sade ve merkezde bir ev.




Reykjavik'teki doğa harikalarını gezmeden olmazdı. Bunlardan ilki Gayzer. Magmanın yeryüzüne en yakın olduğu yer burası. Belirli aralıklarla su ısındığında  fışkırarak yeryüzüne  çıkıyor. İlk patlamadan izledikten sonra oradan ayrılamıyorusunuz. Bir tane daha diye diye saatlaerce gayzerin patlamasını izledik.


   








 Reykjavik'teki fay hattından da etkilenmemek mümkün değil. Bu hat Avrasya ve Amerika'yı birbirinden ayıran jeolojik bir hat ve İzlanda'nın ortasından geçiyor. Kafanızı bir tarafa çevirdiğinizde Amerika platosu görüyorsunuz. Bu hattı takip ederek uzun bir yol boyunca yürüdük.

















Gördüğüm bir sonraki doğa harikası ise Goðafoss adında  çok büyük bir şelale oldu. Bu şelale buzul sularıyla besleniyor bu yüzden çok güçlü bir şekilde akıyor.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder